31 Ekim 2010 Pazar

Poltrona ( Koltuk )

öylesine bir koltuktu işte.. evdeki diğer eşyaları kendine hayran bırakan.. çünkü; birazdan ayakkabı dolabının solunda duran kapının zili çalacak, babam girecekti içeriye.. çünkü; İtalya'nın, görmeyip sadece yıllarca hayal ettiğimiz başkenti, Roma'da yaşayan kardeşiyle yaptığı telefon konuşmasını bizimle paylaşmak için, minderi taba rengi, o koltuğa oturacaktı..

babam ailesi'nin parçalarını yıllar önce toplamaya uğraşıp, yıllar sonra bu arayıştan yorulduğunu hissetmişti ve işte tam da o dönemler; altı kat yukarı çıkarılmakta zorlanılan o koltuğa merhaba demiştik..
akrabalarımız eşcinselliği bir veba gibi görüp beni çıkarmak için hayatlarından, babamı da yok saymışlardı..1974 yılıydı..

evimizde unutulmasına izin verilmeyen doğum günü kutlamaları olurdu ve ben sadece 1968 yılına kadar üflediğim mumları, babamın yugoslavca mırıldandığı şarkıları hatırlıyorum..
şimdi ise; o'nu anımsadığımda pencere kenarındaki o koltukta yorgunluktan uyuyakalmalarını görüyor gibiyim..70'li yılların başında, babam sahip olduklarının yanına dahil ettiği o koltukta uyuyor gibi..

salonu dış kapıya bakan evimizde yanlızca kendimize sakladığımız üzüntülerimiz olurdu..babam bayramlarda lokum paketlerini yemek masasının üzerine koymaz ve bayram namazlarına gitmezdi.. evin telefonu kimsenin aklına gelmiyormuş gibi hiç rahatsız edilmezdik..

oysa; bazen insanlar konuşma ihtiyacı hissederler..

babam Roma'ya hiç gidemedi.. bir yeğeni'nin olduğunu öğrendiğinde kendisine benzeyip- benzemediğini merak etti sadece.. 60 yıllık ömründe belki de en çok merak ettiği şey de bu idi..
o'nun için; bir koltuk kadar değerli olamamak, 1974 yılında eşcinselliğin hastalık sınıfından çıkarılması haberini bile önemsememesine yol açmıştı..


şimdi geriye baktığımda sadece , 40 yıl önce evimizin salon penceresi yanındaki yerine yerleştirilen taba rengi koltuğu anımsadığımı farkediyorum.. diğer hatırladıklarım silinmeye yüz tutmuş ve tozu alınan anılar gibi kalıyor hafızamda..